İnsanlık olarak uygarlık tarihimizin erken dönemlerinden bu yana çeşitli etkileşimlerimizi ve iletişimimizi tanımlamak ve belgeleştirebilmek için anlamlı ve tutarlı ifadelerden oluşan diller geliştirdik. Bu diller pratikte gerçekliğimizin soyutlaştırılmış ifadeleri gibi görünse de dil ile gerçeklik arasında doğrudan bir ilişkinlik söz konusu olamaz. Fiziksel gerçekliğin soyutlaştırılmış ifadeleri için kullandığımız dillerdeki semboller sadece birer kavramdır ve kavramların fiziksel bir karşılığı olmak zorunda değildir. Fakat bizler fiziksel bir evrende varız ve varlığımız o evrenin fiziksel yasalarına uygun bir şekilde gerçekleşir. Bizler bu yasaları anlayabilmek, açıklayabilmek ve işlevselleştirebilmek için rasyonal bilimleri kullanıyoruz fakat fiziksel bir evrende gerçekleşenlerin tamamını o fiziksel evreni tanımlamak için kullandığımız rasyonal yöntemlerle ifade edemeye çalışmak, sağ duyumuzun ortaya çıkaracağı çeşitli karmaşıklıkların sebebi olur. Tanımlama çabamızdaki bu tür bir karmaşıklık, içinden çıkılamayacak paradokslara yol açacaktır. Yine kendi geliştirdiğimiz sorulara cevap arama yöntemlerimize ilişkin bu önermeyi, bahsi geçen tanımlama karmaşıklığından ortaya çıkan bir paradoksu çözmek için kullanalım.
Hareket imkansızdır mıdır?
Hepimiz hareketin imkansız olmadığını pratikte biliyoruz. Hareket tanımlanırken en az bir sabit referans kullanılır fakat sabit kabul ettiğimiz referansımızın gerçekten sabit olduğu hakkında kesin bir yargıya varmanın mümkün olmaması, hareket hakkındaki tüm tanımlamalarımızı göreceli kılar. Yani hareket te tıpkı Einstein'ın izafiyetinden beri tanımladığımız zaman gibi görecelidir. Buraya kadar her şey akla yatkın fakat hareket ile alakalı matematiksel bir tanımlama yapmanın ötesinde, hareketin varlığı sorusunu kullandığımız matematiksel tanımlamalar neticesinde değerlendirdiğimizde ortaya bir sorun çıkar. Matematiksel olarak pratikteki, hareketin fiziksel tanımasına ilişkin bir ifadeden söz edilemez. Bunun sebebi, matematik işin içine girdiğinde doğada hiçbir şekilde karşılığı olmayan bazı kavramların da işin içine girdiğini kabul etmiş olmamızdır. Mesla noktanın varlığını kabul ederken, bir doğrunun iki nokta arasındaki sonsuz noktadan oluştuğunu da unutmamamız gerekir. Ve hareket bir doğru üzerinde gerçekleşeceğinde, hareket edenin kat etmesi gereken sonsuz nokta olacağından gitmesi gereken noktaya asla varamayacağı sonucu kaçınılmazdır. Pratikte yerinden bile kımıldayamamalıdır. Dolayısıyla istemeden fiziksel gerçekliğimize dahil ettiğimiz nokta ve doğru gibi basit kavramlar bile fiziksel gerçekliğimize dair pratiklere ters düşerler. Bu tür yanılgılardan kaçınmak için, fiziksel gerçeklik ve doğa bilimleri ile onları anlamak için kullandığımız matematik arasındaki farkı unutmamalıyız. Doğa bilimleri sürekli kendini yenileyen ve hatalarını tespit ederek belirlenen hataların yerine her seferinde bir öncekine göre gerçeğe daha uygun hipotezlerle kendini geliştiren bir pozisyondadır. Matematik için ise aynı şeyi söyleyemeyiz. Matematik; fiziksel gerçekliğimize ilişkin kavram ve ifadeleri kendi içerisinde oldukça tutarlı bir dille yeniden ifade etmek için kullandığımız bir araçtır.
Temel bilimlerde yapılan çalışmalar gerçeği, doğruya en yakın şekilde modellemeyi hedefler. Dolayısıyla aslında bilimin temelinde hakikatin modellenebileceği varsayımı yatmaktadır. Bunu yaparken ise doğada karşımıza çıkan herhangi bir şeyi kolektif olarak tanımlamak için kullandığımız dillerde olduğu gibi bilimde de elde ettiğimiz verileri tanımlamak ve tutarlı bir şekilde değerlendirebilmek için bir dile ihtiyacımız vardı. Ve her nasıl ki diller toplulukların karara bağlı yönelimleriyle ortaya konmadıysa matematiğin ortaya konması da bir karara veya keşfe bağlı gerçekleşemezdi. Dolayısıyla tüm tutarlılığı ve doğada karşılaşılan temel olguların açıklanmasına yönelik başarısıyla, gelişimi yüzyıllara tekabül etmiştir. Yani matematik bilim değil, bilimin kullandığı bir dildir ve tıpkı konuştuğumuz dillerde kullandığımız sembolik ifadeler nasıl hakikatin bir parçası değilse, matematikte kullandığımız sembolik ifadeler de o denli hakikatin bir parçası değildir ve parçasıymış gibi bir varsayım hatasına düşüldüğünde pratikle örtüşmeyen paradoksları da beraberinde getirir.
Comentarios